Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

Ekonomik Büyümede Fikirlerin Rolü

Elimize bir dünya haritası alsak ve rastgele bir kaç ülke seçip büyüme hızlarına, yani millî gelirin yılda yüzde kaç büyüdüğüne baksak; hele hele bu büyüme hızlarının zaman içindeki değişimini izlesek gördüğümüz çeşitlilik bizi gerçekten şaşırtır. Gelişmiş ülkeler olarak tabir edilen ülkeleri, tarihî avantajları yüzünden bir yana bıraksak bile; geriye kalan ülkelerin büyüme hızları da oldukça farklıdır. Meselâ, 1990-1996 arası dönem için yılda ortalama; Mısır % 3,7, Türkiye % 3,4, Tayvan % 6,6 büyürken, Çin % 12,3 büyümüş, fakat Kamerun aynı dönemde yıllık % 1'lik hızla küçülmüştür. Büyüme hızlarındaki bu farklılığın sebepleri iktisat biliminin temel konuları arasında yer alır. Biz, bu yazıda, bu sebeplerden birisini, "fikir"i ele alacağız.

Fikir kelimesi pek çok çağrışıma yol açtığı için ne kastettiğimizi açıklayalım. Fikir derken, "ekonomik faaliyetlerde kullanılabilecek bilgiler"i kastetmekteyiz. Bu, "bir otomobilin nasıl imal edileceği" olabileceği gibi, "bir seyyar satıcının şehrin kalabalık yerlerine dair bilgisi" de olabilir.

Mauritius ülkesini hiç duydunuz mu? Madagaskar'ın biraz batısında, Hint okyanusunda bir kaç adadan oluşan ve nüfusu ancak bir milyon ikiyüzbin olan bu ülkenin kişi başına millî geliri, satın alma paritesine göre1 10.000 dolar, yani neredeyse Türkiye'nin iki katı kadardır. Bu ülkenin gösterdiği gelişime yakından bakalım:

Alanı Türkiye'nin 500'de biri olan bu ülkecik 1968'de İngiltere'den bağımsızlığını kazandığı zaman ekonomik olarak katiyen istikbal vaadetmiyordu. İngiltere'nin bir hammadde deposu olarak kullandığı Mauritius'un ekonomisi büyük ölçüde ihracata dayanmaktaydı ve işin kötü yanı ihracat gelirlerinin % 99'unu şeker oluşturuyordu. Şeker fiyatında meydana gelen dalgalanmalar veya havaların kötü gitmesi ülkenin ekonomisini felç etmek için yeterliydi. Ülkede sadece basit ev eşyaları üreten küçük bir sanayi sektörü vardı. Ayrıca ülkedeki gelir dağılımı da bozuktu, sömürge döneminden kalma bir seçkin sınıf şeker plantasyonlarının sahibiydi, nüfusun geri kalan bölümü için ise tek mevcut iş sahası bu dev çiftliklerde rençperlikten ibaretti. Öyle ki, ülke bağımsızlığını kazandığı zaman yöneticiler az çok eğitim görmüş insanların başka ülkelere göç etmesini teşvik etmekte, hattâ istendiği kadar insanın göç etmeme ihtimalinden endişelenmekteydiler. Çünkü iktisat teorisi göstermektedir ki ekonomisi temel olarak tarıma dayanan bir ülkedeki nüfus artışının kaçınılmaz sonucu, kişi başına düşen millî gelirin düşmesidir. Ülkenin ekonomik alanda avantajı sayılabilecek tek husus, eski bir İngiliz sömürgesi olması, dolayısıyla, Avrupa Birliği'nin kendi dışındaki ülkelere koyduğu gümrük, kota gibi ihracat engellerini aşabilmesiydi. İşin bizim için önemli olan yanı, Mauritius'a gelen Çinlilerin ne getirmiş olduklarıdır. Dış sermaye ve eğitimli işgücü getirmediklerini belirtmiştik. Getirdikleri şey teknoloji de değildi. Çünkü Çinli işletmeciler bu tekstil makinelerini Avrupalı ülkelerden ithal ediyorlardı. Yani Çinliler gelmeden önce de ada sakinlerinin bu makineleri ithal etme fırsatları vardı. Peki bu Çinli işletmeciler bu Hint okyanusunun ortasındaki unutulmuş adacıklara ne getirdiler?

Çinliler, bu adaya "küçük bir tekstil işletmesinin kurulup yürütülebileceği fikri"ni getirdiler; evet, Çinli girişimcilerin getirdiği şey "fikir"di. Söylediğimiz gibi, gerekli sermayeden, çalışanlara ve kullanılan iş tezgahlarına kadar her şey Çinlilerden bağımsız olarak gerçekleşmişti. Çinliler sadece bu işin olabileceğini söylemişler ve varolan parçaları birleştirerek ortaya işler durumda bir endüstri çıkarmışlardır.

"Fikir" derken girişimciliği (entrepreneurship) de kastetmiyoruz. Bir örnek verelim: Size şu anda gerekli sermaye sağlansa bir tekstil fabrikası kurabilir misiniz? Kendisi veya bir akrabası bu işte çalışan veya tekstil mühendisliğinde tahsil gören okuyucularımız gülümseyerek "evet" diye düşünmüşlerdir, peki ya diğerleri? "Hangi makineler lâzım, nereden alabilirim, ne kadar ve hangi hammaddeler lâzım, fabrikanın hangi büyüklükte bir alana ihtiyacı var?" Bunlar aklımızda ilk yeşeren sorular. Bir çiftçiyi düşünelim: "Gerekli izinler nasıl alınır, muhasebe kayıtları nasıl tutulur, ihracat-ithalat için dış bağlantılar nasıl yapılır, gerekli vasıflarda eleman nereden bulunur" gibi soruların cevaplarını da öğrenmesi gerekecektir. "Girişimcilik" daha çok risk alıp işi yapmaya teşebbüs etmenin adıdır. Burada eksik olan ise girişimcilik veya teknolojik/bilimsel bilgiden çok "işlerin nasıl yürütüleceğine dair fikirler"dir. Görüldüğü gibi her zaman için tamamlanması gereken temel eksiklik "nasıl yapılır?"ın bilgisidir, sadece bir fikirdir (idea).

Şimdi de nazarlarımızı Hint okyanusundan Uzakdoğu'daki daha bildik başka bir ada-ülkeye, Tayvan'a çevirelim: Tayvan'ın gelişim mantık ve çizgisi Mauritius'a benzer. 1950'li ve 60'lı yıllarda ithal-ikameci3 politikalar izlerken 70'li yıllar ile beraber ihracat esaslı politikalara yönelmiş olan Tayvan günümüzde ise insan kalitesini ve 'ar-ge' (araştırma-geliştirme) faaliyetlerini öne almıştır.

Tayvan da 1950'lerin başlarında tekstil endüstrisi ile işe başladı. Çin anakarasından dokuma tezgahları ve fikirleri ile gelen yatırımcılara gümrük duvarları ve rekabet önleyici yasalar ile destek verildi. Daha sonra firmaların ölçek büyütmesi ve dikey entegrasyonu4 için ucuz kredi sağlandı. Tayvan'ın ihracat'ı öyle büyüdü ki nihayet ABD 1961'de Tayvan için kota uygulamasını yürürlüğe koydu. Tayvan hükümeti daha sonra da yeni fikirlerin ülkeye gelmesini sağlama girişimlerine devam etti. Tayvanlı girişimcilerin yabancı ortaklarla anlaşarak ortak fabrikalar açmalarını ve böylece ülkeye teknoloji transferini destekledi. Meselâ 1957'de bir ABD firması ile yerel üreticilerin ortak bir sentetik iplik şirketi açma girişimlerinde aracılık ve garantörlükte bulundu. Aynı şirket 1962'de gereken bilgiyi sağlayan bir Japon ortağın da katılmasıyla naylon üretimine başladı. Yabancı girişimcilerin kurduğu işletmeler sonrasında teknolojinin ülkeye yayılma süreci, daha sonra elektronik endüstrisinde de yaşandı.

Bu kalkınma hamlesinde sadece yabancı firmaların getirecekleri fikirlerle yetinilmedi. Meselâ 1960'larda bir Amerikan kimya şirketinin fabrika kurma anlaşması şöyledir: "5 yıl vergi alınmayacak. Fabrika rekabetten 3 yıl boyunca korunacak. Elde edilen kâr, serbestçe transfer edilebilecek." Sağlanan bu avantajlardan sonra Tayvan hükümeti de "5 yıl sonra şirketin hisselerinin yarısının Tayvanlılara satılmasını" şart koşuyordu. Procter & Gamble şirketine bir yıl içinde üretimin yüzde ellisinin ihraç edilmesi; Singer şirketine ise yine bir yıl içinde hammaddenin yüzde sekseninin Tayvan'dan alınması zorunluluğu şart koşulmuştu. Görüldüğü gibi, Tayvanlılar bütün güçleriyle ülkeye yeni fikirleri getirmeye çalışmışlar ayrıca bu fikirlerin sadece sahipleri olan yabancıların değil, aynı zamanda Tayvan'ın işine yaraması için gerekenleri de eksik bırakmamışlardır.

Gözönünde bulundurulması gerekir ki, bu ülkeler, ekonomik olarak değerli fikirlerin yürürlüğe konulmasında, siyasî şartları sonucu olarak, otoriter bir yöntem kullanmışlardır. Bu yüzden Türkiye'ye veya demokratik teamüllerin az çok yerleştiği başka bir ülkeye bire bir örnek olamayacakları açıktır. Vurgulamaya çalıştığımız nokta, demokratik veya otokratik yollarla olmasından bağımsız olarak; ekonomik faaliyetlerde işe yarayan fikirlerin adaptasyonunun, millî gelirin büyümesi üzerinde müspet tesirleri olduğudur.

Demek ki eğer ekonomik açıdan gelişmek isteniyorsa; ilk yapılması gereken şey, fertten devlete her seviyede yeni fikirlere açılmaktır. Bu çerçevede şunlar örnek olarak verilebilir:

* Özellikle öğrenme kapasitesi ve yenilikleri deneme cesareti en fazla olan gençlerin mümkün olduğunca kaliteli ve yeniliklere açık bir eğitim alması için gereken her türlü fedakârlık yapılmalıdır.

* Bakış açısı bizden farklı olan ve bizim içinde boğulduğumuz problemlere değişik bir açıdan bakabilecek çeşitli meslek gruplarından arkadaşlar edinmeye, ve onlarla sohbet, gezi gibi sosyal faaliyetler düzenlemeye çalışılmalıdır.

* İşlerin bizimkilerden farklı yürüdüğü ülkelerle her türlü ilişkileri artırmak gerekir. İnceleme gezilerinden, o ülkelerde yatırım yapmaya kadar pek çok faaliyet sayesinde yeni fikirler öğrenebiliriz. Özellikle enerjisini ve yenilikleri benimseyebilme kapasitesini henüz kaybetmemiş kişiler (yaklaşık 20-40 yaş arası) ne yapıp edip bir biçimde bir yabancı ülkeyle temas kurmalı, hattâ mümkünse bir kaç seneliğine gidip yerleşmelidirler. Üstelik bu ülkelerin ülkemizden daha ileri bir seviyede olması faydalı olmakla beraber elzem de değildir. Çünkü temelde lâzım olan farklı ve yeni fikirlerdir.

* Fikirlerin serbestçe bize ulaşabileceği kanal sayısı mümkün olduğunca artırılmalıdır. Sahamızla ilgili dergileri okumaktan, ilgili ülkelerin büyükelçileriyle temas kurmaya kadar her seviyede fikir kanalları oluşturmaya çalışılmalıdır.

Dipnotlar
1- Ülkelerin refah düzeyleri karşılaştırılırken kişi başına düşen millî gelirin kullanılması yanlış sonuçlar verir. Çünkü 1 doların satın alabileceği mal ve hizmetler ülkeden ülkeye değişmektedir. Doların satın alabileceği miktar sabit alındığında ortaya çıkan millî gelire, satın alma gücü paritesine göre millî gelir denilir. Meselâ Türkiye'nin millî geliri 3000 dolar civarında iken, satın alma gücü paritesine göre 5600 dolardır. Bu, Türkiye'de kişi başına düşen gelir sonucu sağlanan refah için ABD de 5600 dolar harcanması gerekir, demektir.
2- Burada işçilere karşı haksızlık yapılıyor görünse de aslında öyle değildir. Evet, işçiler fabrikalarda çalışmaları karşılığında hak ettikleri ücreti alamayacaklardır, ama alacakları maaş yine de şeker plantasyonlarında alacakları maaştan daha yüksek olacaktır. Firmalara garanti verilmemesi durumunda ise bu firmalar Mauritius'ta fabrika kurmayacaklardır ve işçiler şeker çiftliklerine mahkûm kalacaklardır.
3- İthal-ikameci politika: İthal edilen malların ithal edilmelerini gümrüklerle engelleyip onların yerine geçebilecek benzer mamulleri yerli sanayinin üretmesini teşvik etmek. Türkiye de 1970'lere kadar aynı politikayı uygulamıştı.
4- Dikey entegrasyon: Bir mamulün üretiminin değişik safhalarının aynı çatı altında birleştirilmesi. Meselâ, bir ekmek fırınının değirmen ve buğday çiftliği işletmesi.

Kaynaklar
- http://www.economist.com
- M. Paul Romer, "Two Strategies of Economic Development: Using Ideas and Producing Ideas in Proceedings of the World Bank", Annual Conference On Development Economics, s. 63-91.
- Kaushik Basu, "Comment on Two Strategies of Economic Development: Using Ideas and Producing Ideas" in a.g.e, s. 93-98.
- Marcelo Selowsky, "Comment on Two Strategies of Economic Development: Using Ideas and Producing Ideas" in a.g.e,s. 99-101.
- T. N. Srinivasan, "Comment on Two Strategies of Economic Development: Using Ideas and Producing Ideas" a.g.e, s. 103-109.



(M. Nur SARAÇ )


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com