Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

İSLÂM’DA FAİZ VE GÜNÜMÜZ KREDİ MESELELERİ

Ribâ, sözlükte; artma, çoğalma, şişme gibi anlamlara gelir. Türkçe’de, fâiz ve ribâ, eş anlamda kullanılır. Bir fıkıh terimi olarak, para ve standart (mislî) malların birbiriyle değişiminde, taraflardan birisi için şart koşulan karşılıksız fazlalığı ifade eder. İslâm’ın çıkışı sırasında ödünç verilen asıl borca “re’sü’l-mâl” (anapara), vade sonunda ödenecek ziyadeye ise “ribâ” denilirdi. Borçları ertelerken eklenecek fazlalık da bu niteliktedir.

İslâm’da ve önceki semâvî dinlerde, fâizcilik, üretime dayalı olmayan, emek veya ticaret riski de bulunmayan bir “haksız kazanç” yolu sayılarak yasaklanmıştır. Mekke’de ilk olarak Mirac’la ilgili hadislerde ribânın kötülendiği görülür. Yine Mekke’de inen bir âyette, ribânın sevap kazandıran bir amel olmadığına işaret edilir. Medine’de konuyla ilgili olarak ilk inen âyette ise Yahudiler’in başına gelen sıkıntıların nedenleri arasında, kendilerine yasaklandığı halde fâiz yemeleri gösterilir.

Uhud Savaşı (3/625) sırasında inen bir âyetle, mü’minlere ilk olarak “katlanmış faizin yenmesi” yasaklanır. Hayber’in fethi sırasında (7/629) inen aşağıdaki âyetlerle de kesin faiz yasağı getirilir:

“Fâiz yiyenler (kabirlerinden), ancak şeytanın dokunup çarptığı kimsenin kalktığı gibi kalkarlar. Bu, onların, alış-veriş de fâiz gibidir, demeleri yüzündendir. Halbuki Allah, alış-verişi helâl, fâizi ise haram kılmıştır. Bundan böyle, kime Rabb’inden bir öğüt gelir de yaptığından vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir ve işi de Allah’a kalmıştır. Kim de yeniden (fâizciliğe) dönerse, işte onlar cehennemliktir, onlar orada sürekli olarak kalacaklardır.”

“Allah, fâizi eksiltir, sadakaları ise artırır. Allah, çok inkârcı, çok günahkâr kişiyi sevmez.”

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun. Eğer inanıyorsanız fâizden arta kalanı bırakın. Eğer böyle yapmazsanız, Allah’a ve Peygamber’ine karşı savaşa girdiğinizi bilin. Şayet tevbe ederseniz, anaparanız sizindir. Böylece ne haksızlık etmiş ve ne de haksızlığa uğramış olmazsınız.”

Kur’an’da sözü edilen riba, o gün piyasada kullanılan altın veya gümüş para borçlarından doğan ve adına “câhiliyye ribası” denilen çeşittir. Hz Peygamber’in aşağıdaki hadisiyle bütün standart (mislî) malların mübadelesi de faiz kapsamına alınmıştır:

“Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğdayla, arpa arpayla, hurma hurmayla ve tuz tuzla misli misline, eşit ve peşin şekilde trampa edilir. Farklı cinsler birbiriyle mübadele edilirse, peşin olmak şartıyla dilediğiniz gibi satış yapınız.”

Bu hadisin Tirmizî’deki rivâyetinde şu ilâve vardır:

“Her kim bu şekildeki mübadelede fazla verir veya alırsa şüphesiz ribâ yapmış olur.”

Hz. Peygamber döneminde altının para birimi Dinar (yaklaşık 4 gr.), gümüşün Dirhem (yaklaşık 2,8 gr.) idi. Bunlar kendi cinsinden olan altın veya gümüş zînet eşyası alım-satımında kullanılacaksa, aynı ağırlıkta işlem yapılması gerekiyordu. Böyle bir değerli mâdenin, işçilik dışında fazlalıkla değişiminin reel faizi oluşturduğunda şüphe yoktur. Burada faiz yasağı, değerini öz madeninden alan “sağlam para”nın ortaya çıkmasını sağlamıştır.

Nitekim Hayber ganimetleri arasında bulunan altın ve boncuk dizili bir gerdanlığı 12 dinara (yaklaşık 48 gr. altın para) satın alan Fudâle İbn Ubeyd (r.a.), bu alış-verişten şüpheye düşünce, durumu Allah’ın Elçisi’ne sormuştur. Hz. Peygamber (s.a.v.), gerdanlıktaki altın kısmının diziden çıkarılarak ayrıca tartılmasını ve altın parayla ağırlık olarak denkleştirilmesini, geri kalan kısım için de fiyat takdiri yapılmasını bildirmiştir.

Buna benzer bir uygulama, gümüş para ile ilgili olarak da nakledilir. Muâviye’nin, Şam vâlisi olduğu sırada, gümüş bir kabın, gümüş para olan dirhemle tartılmadan mübadele edildiğini gören sahâbeden Ubâde İbn Sâmit (r.a.), buna itiraz etmiş ve yukarıdaki altı maddenin zikredildiği hadisi rivâyet ederek muâmeleyi bozdurmuştur.

Hz. Ömer’in, altın ve gümüş parayı birbiriyle mübâdele etmek için, o günün kuru üzerinde anlaşan Mâlik İbn Evs ile Talha İbn Ubeydillâh’ın alış-verişine müdahale ettiği nakledilir. Çünkü Talha, değişimini yaptığı paranın bedelini, peşin değil, birkaç saat gecikmeli olarak teslim edebileceğini söylemiştir. Bu olayla ilgili olarak Hz. Ömer şöyle demiştir:

“İki cins parayı mübâdele ederken, alıcı bedeli almak üzere, senden eve girip çıkıncaya kadar izin istese bile, izin verme. Çünkü sizin için “ramâ”dan yani faize düşmenizden korkuyorum.”

Günümüzde altın veya döviz satışlarında günde bir kaç kez değişen kur değerleri yüzünden, böyle bir vadenin taraflardan birisi için haksız kazanca yol açabildiği sıkça görülmektedir. Bu yüzden altın, gümüş veya döviz satışlarının peşin yapılması gereklidir. Veresiye satış yapıldığı takdirde, vade farkı eklenmese bile “nesîe ribâsı”na düşülmüş olur.

Cins birliği olan mallar arasındaki mübadele konusunda, Bilâl el-Habeşî’den (r.a.) şu olay nakledilir:

Hz. Bilâl’in, Allah’ın elçisine ikram etmek üzere iki ölçek âdi hurmayı, bir ölçek kaliteli hurma ile değişim yaptığını öğrenen Hz. Peygamber:

“Vah vah ribânın ta kendisi. Bunu böyle yapma, fakat hurma satın almak istersen, kendi hurmanı sat, onun satış bedeli ile istediğin hurmayı satın al.” buyurmuştur.

Kur’an-ı Kerîm’de sözü edilen ribâ ile ilgili olarak İbn Rüşd (ö.520/ 1126) şöyle der:

“Câhiliye ribâsı, üzerinde ittifak edilen ribâ çeşidi olup yasaklanmıştır. Onlar fazlasını almak üzere ödünç verirler ve vâde tanırlardı. Bu işlem şöyle oluyordu; borçlu alacaklıya, “Bana vade tanı, ben de sana olan borcumu arttırayım.” diyordu. İşte Hz. Peygamber’in Veda Haccı’ndaki sözlerinde kastettiği ribâ çeşidi budur.”

Diğer yandan Ebû Yûsuf’a göre altın ve gümüş para dışında “fels” adı verilen bakır, nikel, kalay vb. madenî paralar, maden değeri dışında itibârî bir değer kazandığı için, altın ve gümüş gibi “sağlam para” sayılmaz. Bu yüzden bunlarla yapılan borçlanmalarda; bu paraların endeksli bulunduğu altın veya gümüş paraya göre hesaplanacak “değer farkı” faiz kapsamına girmez.

Günümüzde önemli ölçüde enflasyona uğrayan kâğıt para sistemlerinde, bir aydan fazla uzun süreli borçlanmalarda, altın gibi sağlam bir birime endekslenerek hesaplanacak bir “değer kaybı”nın fâiz kapsamı dışında tutulması da hakkaniyete uygun düşer.

Kâğıt para, ilk çıkışında altını temsil etmek üzere basıldığı için, altına ait gücü ve özellikleri onda görmek mümkündü. Fakat bu paranın, çeşitli ülkelerde altınla bağı koparılıp, gücü devletin ekonomik gücüne bağlanınca, ekonomisi güçlü ülkeler lehine, karşılıksız büyük bir satın alma gücü elde etme aracı haline geldi. Kanaatimizce, fâiz âyetlerinin sonundaki,

“Şayet tevbe ederseniz, anaparanız sizindir. Böylece ne haksızlık yapmış, ne de haksızlığa uğramış olmazsınız.”

ilkesi ile yukarıdaki altı madde hadisinin ışığı altında, standart karşılığı olan ve sağlam ölçüye endekslenen bir para birimini İslâm ülkeleri ortaya koyabilir. Konunun uzmanı ilâhiyatçı ve iktisatçıların birlikte çalışması bunu sağlayabilir.


(Prof.Dr.Hamdi DÖNDÜREN)


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com