Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

O Zamanın Hırsızları Tevbe Ederdi

Son günlerde artan hırsızlık olaylarını önlemenin çâresi, insanları böyle gayr-ı meşrû hareketlere zorlayan sebepleri ortadan kaldırmak, buna rağmen hırsızlık yapanlara da caydırıcı ceza vermektir, dedikten sonra hırsızların çeşitlerinden kısaca bahsedelim: Yıllar önce bir gazetede, şöyle bir ilan görmüştüm: “Hırsız efendi! Çaldığın cüzdanımdaki paralar senin olsun! Lütfen içindeki evrâkı aşağıdaki adresime gönder!...” Kendisine “efendi” diye hitap edilen bu hırsızın, evrakı sahibinin adresine gönderip göndermediğini –tabii ki- bilmiyorum ama bazı zerafet sahibi hırsızların tarihe geçtiklerini, menkıbe kitaplarında yer aldıklarını hatırlıyorum.



İşte bir örnek: İmam Şafii Hazretleri, bir gün camide ders verirken, bir hırsız gelip ayakkabılarını çalıyor. Daha sonra İmam’ın evine gidiyor. “Efendinin camide pabuçlarını çalmışlar. Başka bir pabuç göndermenizi istiyor.” diyerek hırsızlık olayını haber veriyor. Evden, başka pabuç tedarik edip gönderiyorlar. Hazret, dersi bitirdikten sonra ayakkabılarını yerinde göremeyince, “Yalın ayak nasıl gideceğim?” diye düşünmeye başlıyor. Bu sırada uşak gelip, evden gönderilen ayakkabıları getiriyor. İmam, uşağa, “Pabuçlarımın aşırıldığını size kim haber verdi?” diye soruyor. Uşak, “Tanımadığımız bir adam geldi, durumu bildirdi.” cevabını veriyor. Hırsızın bu zerafeti, İmam Şafii hazretlerinin çok hoşuna gidiyor. Aklına her geldikçe söyleyip gülüyor.

Söz pabuçtan açıldığına göre, “Külliyat-ı Letaif”ten, konuyla ilgili bir fıkra daha nakledelim: Bir camide cemaat namaz kılarken, pabuç hırsızlarından biri, safta yanı başına tesadüf eden bir adamın önündeki ruganlı kunduraları görüp hırslanır. Hemen namazı bozarak “Ay…Ay…Akrep!... Aman ne büyükmüş!...” diyerek, sanki akrep varmış da, öldürecekmiş gibi önce kunduranın birini alıp “tak tak” yere vurduktan sonra “Varıp dışarı atayım.” diye diğerini de alır ve akrebi ikisinin arasında tutuyormuş gibi yapıp kapıdan dışarı çıkar çıkmaz gözden kaybolur.

Cariyeyi dayaktan kurtaran hırsızın hikayesi ise şöyle: Hırsızın biri, Bağdatlı bir tüccarın yanında bir kese altın olduğunu öğreniyor, hemen hırsızın peşine düşüyor. Tüccar, evine geliyor. Kapıdan içeri girer girmez, cübbesini ve keseyi sofaya bırakıyor. Ayakyoluna gideceğim diyerek cariyesine ibrik hazırlamasını söylüyor. Vaziyeti gören hırsız, içeri girip keseyi aşırıyor. Adam, abdesthaneden çıkıp da keseyi yerinde bulamayınca câriyeden şüpheleniyor, zavallı kadını dövmeye başlıyor. Altınları alan hırsız, arkadaşlarının yanına geliyor ve macerayı anlatıyor. Arkadaşları diyorlar ki: “Çok kötü yaptın, cariyeye haksızlık ettin. Adam şimdi ona hırsızlık isnat eder. Cariyeyi kurtarmak gerekir.” Hırsız, “Evet, hakkınız var. Gidip cariyeyi kurtarayım.” diyor ve tüccarın evine gidiyor. Kapıyı çalıyor. Tüccar ne istediğini sorunca hırsız, “Ben sizin dükkân komşularınızdan filanın kölesiyim. Altın kesesini dükkânda unutmuşsunuz. Efendi gördü, benimle gönderdi. Aldığınızı belirten imzalı bir kâğıt istiyor. İşte kese, bir makbuz senedi veriniz de teslim edeyim.” diyor. Tüccar hem sevinerek hem şaşırarak, “Peki, sen burada bekle. Ben senedi yazıp getireyim.” diye içeri giriyor. Bunu gören hırsız derhal oradan savuşuyor. Böyle bir hileyle câriyeyi dayaktan kurtarıyor.

Ümmü Ken’an Hangâh-ı Şerifi Seccadenişini Kenan er-Rifai, Hicri 1340 yılında “Matbaa-i Amire” de basılan “Ahmed er Rufai” isimli eserinin 10. sayfasında konuyla ilgili şöyle bir menkıbe naklediyor: Hazreti Pir, bir gün hâne-i saadetine gidiyordu. Evin kapısını açık bulup içeri girince, zahire çalmak için içeriye girmiş olan bir hırsıza rastladı. Hırsız, Hazreti Pir’i görünce fenâ halde korktu. O zamanlar her şey pahalıydı. Hazreti Pir, hırsıza hitaben: “Elde edeceğin bu buğday öğütülmüş un haline gelinceye kadar seni çok yorar. Burada ise hazırı var. Gel benimle, sana un vereyim.” buyurdular. Unu içine koyacak bir şeyi olup olmadığını sordular. Hırsız, evet vardır, diyerek büyük bir korkuyla unun bulunduğu yere kadar Ahmed er-Rufâi hazretleriyle yürüdü. Hazreti Pir, orada adamın torbasını güzelce doldurup, birlikte kapıdan dışarı çıktılar. Epeyce gittiler. Sonra Hazreti Pir, verdiği rahatsızlıktan dolayı hırsızdan hem özür diledi, hem de helâllik talep etti. Hırsız, Efendi Hazretlerinin bu olağanüstü yumuşaklığı ve kibarlığı karşısında büyük bir şaşkınlığa uğramakla birlikte emirleri gereği helal etti. Hazreti Pir, veda edip ayrılırken, “ Oğlum! Benim gönlümü hoş ettin. Allah da senin gönlünü hoş etsin!” diye dua ediyordu. Hırsız evine gelince, Hazreti Pir’in bu davranışını, kendisine “Oğlum!” diye hitap edişini; affını ve müsamahasını düşünmeye başladı. Bütün bu olup bitenleri havsalasına sığdıramadığı için bir türlü yerinde duramadı. Doğruca Hazreti Pir’in yanına gelerek huzurunda tövbekâr oldu ve temiz bir kalple ekâbir-i fukara sırasına geçti. İşte böyle efendim. Büyüklerin hareketleri ve davranışları, arsızları ve hırsızları bile etkiliyor, muzır insanları bile topluma kazandırıyor.


(Dursun GÜRLEK)


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com