Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

Toprağa ve berekete adanmış bir ömür: Hayrettin Karaca

Bazı insanlar vardır, neden yaşadıklarını bilirler. TEMA Vakfı'nın kurucusu Hayrettin Karaca da onlardan biri. Onun yaşamının amacı, yaşadığımız dünyayı hepimiz için daha güzel bir hale getirmek.

Hayrettin Karaca'yı sözcüklerle anlatmak o kadar güç ki... 80 yaşında ulu bir ağaç düşünün. Toprağına sıkı sıkıya, sevgiyle tutunmuş. Ayaklarının altından kayıp giden her toprak zerresiyle içine ateşler düşüyor. Feryadını saklamıyor Karaca. Yıllardır devlet adamlarından köylülere, Türkiye'nin erozyon sorununu, kaybettiğimiz toprağımızı anlatıyor. Var gücüyle herkesi toprağımızı kurtarmaya çağırıyor ama yine de Türkiye'nin çölleşmesini, önümüzdeki global ısınma afetini tam olarak engelleyemiyor. Ömrünü doğaya, güzelliğe, iyiliğe, berekete ve toprağa adamış olan Karaca'nın ya da diğer adıyla Toprak Dede'nin gözlerine mahcup olmadan bakabilmek mümkün değil.

Karaca'yla TEMA Vakfı'ndaki sohbetimize, Türkiye'nin çevre sorunlarının ne boyutta olduğunu sorarak başlıyoruz. Anlatırken "heyecanı soğumasın diye" su bile içmeyen Karaca, doğayı böylesine insafsızca, anlamsızca katleden insana çok kızgın ama bir yandan da en büyük umudu yine insana besliyor. "Ben kurtaracağım çevreyi" derken, kendini kastetmediği çok açık. O artık doğayla, insanlarla, ağaçlarla "bir" olmuş. Ağzından dökülen sözcüklerle ve bakışlarıyla dağıttığı bilgelik, bir meşenin güzel gölgesi gibi etrafındaki herkesi etkisi altına alıyor.

TEMA Vakfı'nın çalışmaları sonucunda Türkiye'nin erozyon sorununda ne gibi ilerlemeler kaydedildi?

TEMA Vakfı'nın çalışmalarının en önemli sonucu, Türkiye'deki çevre bilincinin artması oldu. TEMA kurulduktan sonra çevre bilincinin yüzde 50 artmış olduğunu biliyoruz. Bunun dışında ne söyleyeyim bilmiyorum. Damarıma bastınız şimdi, konuşturacaksınız beni. Ama konuşmaktan başka yolu yok bunun. Bir kere kültürel istila altındayız biz, dilimizi kaybettik. Bugün küçük köylerde bile süpermarketler var. Niye adını böyle koydunuz diyorum. "Ne bilelim, herkes öyle yapıyor, biz de yapıyoruz diyorlar." Artık çevre mücadelesinde Türkiye'nin tek başına hareket etme gibi bir şansı yok. Türkiye'nin sorunu sadece erozyon değil, bir de global ısınma diye bir bela var tüm ülkelerin başında. O yüzden Türkiye tek başına ne kadar çabalarsa çabalasın, bir faydası olmayacak. Uluslararası önlemler almak gerekiyor.

Neden son elli yıldır hızla artıyor doğanın tahrip edilmesi?

Bugün insanların yarısının karnı aç, yarısının gözü aç. Hangisini önce doyuracaksınız? Karnı aç olanı doyurabilirsiniz ama gözü aç olan doymuyor. Aşırı tüketim toplumu dediğimiz şey bir canavar. Ve bu canavardan çıkar sağlayanlar, vicdan ve sağduyu sahibi insanların hiçbir çabasına kulak vermemekte ısrar ediyor. Ve hiç uğruna, boş menfaatler uğruna! Peki bu canavarla kim baş edecek? Ben, yani insan mücadele edecek yine bunla. Başa geçirdiğimiz o insanlara meramımızı anlatıncaya kadar mücadele etmeyi sürdüreceğiz, bunun başka bir yolu yok.

Dünya ürün ve hizmetleri, insanların ve gezegenin geleceği için tehdit oluşturacak oranda sürdürülemez bir hızda tüketiliyor. Dünya genelinde ortalama 1,7 milyar kişi - ki bunlar toplam nüfusun dertte biri kadardır, tüketici sınıfına mensup, Bunlar, eskiden yalnızca Avrupa Kuzey Amerika ve Japonya gibi zengin ulusların uyguladığı beslenme biçimlerini, taşımacılık sistemlerini ve yaşam biçimlerini benimsemiş durumda. Worldwatch Institute Başkanı Christopher Flavin, "Yeni bir yüzyıla girdik ve bu beklenmeyen tüketim arzusu hepimizin bağımlı olduğu doğal sistemlere zarar veriyor ve fakirlerin temel ihtiyaçlarının karşılanmasını zorlaştırıyor" diyor. Yüksek seviyede obezite ve kişisel borç, kronik zaman yetersizliği ve tahrip olmuş bir çevre hep aslında birçok insanın yaşam kalitesinin düşmesine neden olan aşırı tüketimin göstergeleri. Şimdi hedefimiz hükümetleri, iş dünyasını ve bireyleri aşırı tüketim yerine herkes için daha iyi bir yaşam için yolar bulmak konusunda harekete geçirmek.

Peki ne yapmak gerekiyor doğanın dengesini yeniden bulması için?

Yeni bir yaşam ahlakına, yeni bir tüketim ahlakına kavuşmadıktan sonra hiçbir şansımız yok. Bana hiçbir şey ihtiyacımdan fazlasını tükettirmemeli. Örneğin ülkemizde bu sene 700 milyon dolar silaha, altı milyon dolar eğitime harcandı. İnsan, hayvan öldürecek aletlere dünyanın parasını veriyor insanlar. Bu vahşeti üretip ondan çıkar sağlayanlar da karşımıza geçip İnsan Hakları'ndan bahseden medeni ülkeler! Doğada insanlar, bitkiler ve hayvanlar hep birlikte yaşıyor. İnsan bunlara bağımlı. Ben bu dünyayı onlarla paylaşıyorum, benim ortağım onlar. Kuşu, böceği, ağacı, otu... Bunların hepsinin bir işlevi var hayatımızda. Dünyadan insanı alın, hiçbir şey değişmez, hatta güllük gülistanlık olur etraf. Ama doğa sağlıklı olmazsa insan yaşayamaz, yok olur. Ama katlediliyor doğa. Bu nasıl bir vicdansızlık? Bir gün sonrasını düşünmüyor açgözlü insanlar. İnsanlar birbirine hayvan isimleriyle hakaret eder. O hayvanların günahı ne? Hiçbiri ihtiyacından fazlasını tüketmez. Ama doğaya şu yapılanlara bakacak olursak, "insan" kelimesinin hakaret olarak kullanılması gerekiyor.

Çocukken de meraklı mıydınız doğaya?

Rahmetli anacım derki di, "Sen daha yeni yürümüştün, eline bir yaprak alıp bana getirmiştin çiçek diye." İşte o günden beri hep o yaprakların peşinden gidiyorum. Küçük yaşta da bayılırdım köyleri dolaşmaya, onlarla birlikte mısır kırmaya, tarlada bahçede çalışmaya... Yayık ayranı yapardım, bağ bozardım. Köylerde gezerdim. Daha sekiz on yaşında "ben yapayım ben yapayım" diye her şeyi yapmaya gayret ederdim. Ben köyde doğmadım, ailem de tarımla uğraşmazdı, sanayiciydi. Babamdan izin isterdik köye gitmek için. Pazarlar kurulurdu, sen orada çorap satardım. Ama mükafatım da vardı. İş bitiminde köfte ekmek verirlerdi bana, bol soğanlı. Bayılırdım onu yemeye. İşte böyle çocukluğumdan beri bir şey yapmadan duramam ben.

Gençken edebiyatçı olmak istediğinizi okumuştum...

Lise son sınıfa yaklaştığım vakit, yüksekokul olarak tarih ve edebiyatı seçmek istiyordum. Üç bin tane mâniyi bir sandıkta toplamıştım, aşıklarla bayağı atışırdım köylerde. Karacaoğlan'ın neredeyse bütün şiirlerini ezberlemiştim. Divan edebiyatında da bilhassa Nedim ile aram çok iyiydi. Ama bizim zamanımızda ana-babanın dediği, bir kuraldı. Babam beni Amerika'ya yolladı üniversite eğitimi almam için. Ama ben orada evlendim, üniversite okumadan Türkiye'ye geri döndüm ve hemen iş hayatına atıldım. Sanayici, esnaf oldum. Ama içimde edebiyatçı olma hevesi hep vardı.

Karaca Triko'yu nasıl büyütüp bir dünya markası haline getirdiniz?

Babamın Bandırma'da kurduğu, çorapçılıkla başlamış bir imalathaneydi Karaca. Ben orada altı yedi yaşımdan itibaren çalışmaya başladım, göre göre öğrendim. O zaman ustaydı babam, öyle patron denmezdi. İşçilerle hep birlikte yer sofrasında yemek yenirdi. Çıkrıklar vardı, ipliğin sarıldığı, ben onların başında durmaya heveslenmiştim "ben de yapacağım" diye. Bir gün babam izin verdi, birinin başına geçtim ve makaraları o kadar güzel sardım ki, işçiler örnek aldılar. Babam haftalık vermeye başladı bana o zaman. Haftada 12 kuruş. O zaman da ne büyük paraydı, harca harca bitmezdi. Parayı aldığım gibi doğru dondurmacıya koşardım. Sonra dondurma yiye yiye hastalanacağımdan korkan babaannem, haftalığımı alıp her gün taksit taksit bana vermeye başladı. O günden bu güne dondurmayı hala çok severim, başına oturdum mu en az bir kilo yerim. Rahmetli babaannem de çalışırdı imalathanede, onun da emekleri büyüktür Karaca üzerinde. Sonra İstanbul'da bir şube açtık ve Karaca'yı bugüne kadar getirdik. Karaca 1961'de Türkiye'nin ilk trikosunu ihraç ederek Türkiye'de ilk ihracat yapan firma olmuştur.

TEMA'nın kuruluşu ve Karaca Arboretum'u nasıl anlatırsınız?

80'lere kadar Karaca'lı kalkındırmak için uğraştım. Sonra bütün işi gücü rahmetli büyük oğluma yıkıp, kaçtım gittim. Kendimi dağlara, çayırlara attım. Bir yandan botanik konusunda kendimi eğitmeye, bir yandan da Türkiye'yi dolaşmaya başladım. Ağaçların fotoğraflarını çektim, örnekler topladım. Yalova'da bir meyve bahçemiz vardı. Yavaş yavaş o bahçeyi genişlettim, bir de ev yaptım. Karaca Arboretum'un temeli böyle oluştu. Şu anda elimde, bitkiler konusunda hiçbir yerde olmayan eserler var. Bunların bir kısmı Yalova'da bir kısmı da burada vakıfta bulunuyor. Sonra TEMA'yı kurduk ve o gün bu gündür erozyon felaketini insanlara anlatıyorum.

Son olarak vermek istediğiniz bir mesaj var mı?

Artık benim yapacaklarım bu kadar. Sıra sizde.

HAYRETTİN KARACA

Türkiye'de ve dünyada adı çevreyi koruma kavramıyla özdeşleşen Hayrettin Karaca, 1926'da Bandırma ilçesinde doğdu. Liseyi bitirdikten sonra ailesinin triko-örme işinin başına geçip, onu ülkenin en başarılı sanayi kuruluşlarından biri haline getirdi. Karaca firması Türkiye'de ihracatın liderliğini yapması bakımından da büyük önem taşıyor.

Hayrettin Karaca ellili yaşlarında, Türkiye'nin ilk özel arboretumunu kurdu. Yalova'daki Karaca Arboretum, bugün dünyanın her yerindeki botanikçiler tarafından bilinen önemli bir kurum.

Hayrettin Karaca yurtiçindeki gezilerinde Türkiye'nin anıtsal ağaçlarının fotoğraflarını çekti, onların korunması yönünde çalışmalar başlattı ve yetkilileri habitat ve biyolojik çeşitliliğin karşı karşıya bulunduğu tehlikelere karşı uyardı. Bu geziler sırasında Türkiye'de insan etkisinden kaynaklanan hızlı bir çölleşme tehdidinin de farkına vardı. Gözlemlediği felaket karşısında sessiz kalmadı ve 70 yaşında Türkiye'deki çevre çalışmalarının liderliğini üstlendi. Sanayici arkadaşı Nihat Gökyiğit'le birlikte 1992 yılında TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı'nı kurdu.

Çevre konusundaki çalışmalarından dolayı, Hayrettin Karaca 5 Türk üniversitesinden fahri doktorluk ünvanı aldı. Ödülleri arasında ise UNEP "Global 500 Roll of Honor", Uluslararası Olimpiyat Komitesi Çevre Ödülü, Lions Club "Melvin Jones Ödülü", Çevre Bakanlığı "En Büyük Hizmet Ödülü", Cumhurbaşkanlığı Kültür ve Sanat Ödülü bulunuyor. Hayrettin Karaca pek çok bilimsel topluluğun üyesi olmanın yanı sıra Uluslararası Dendroloji Topluluğu'nun da başkan yardımcılığını yaptı.


KARACA ARBORETUM


Türkiye'nin ilk özel arboretumu (canlı ağaç müzesi) olan Karaca Arboretum, 1980 yılında Hayrettin Karaca tarafından Yalova'da kuruldu. Karaca Arboretum, bitkilerin doğru ve düzenli olarak etiketlendiği, yaşadıkları sürece fenolojik kayıtlarının tutulduğu bir bilim merkezi. Bu canlı organizma, halkın ziyaretlerine de açık.

14.000 bitki çeşidi barındıran arboretum; erozyon ve çeşitli çevre sorunları nedeniyle tehlikede olan bitki türleri için de bir gen koruma merkezi. Karaca Arboretum'da başta Türkiye olmak üzere dünyanın her yerinden bitkiler bulunuyor. Türkiye doğumlu bitkilerin geniş bir koleksiyonunun yapılması, özellikle endemik bitkilerin canlı koleksiyonunun oluşturulması bu merkezin başlıca kuruluş amacı.

Karaca arboretum; üniversiteler, askeri birimler ve orman bölge müdürlükleri bünyesinde yapılmakta olan arboretumlara bitki, tohum, aşı ve teknik yardım sağlıyor ve ayrıca, yerli yabancı öğrencilerine staj imkanı yaratıyor. Karaca Arboretum dünyanın çeşitli ülkelerinde bulunan Arboretum ve Botanik bahçeleri ile tohum, bitki ve bilgi alışverişi içinde bulunuyor. Karaca Arboretum bünyesindeki fidanlıkta Arboretum masraflarını karşılamak üzere dekoratif nadide süs bitkisi satışı da yapılıyor.



Dünyanın gözünde Hayrettin Karaca

Worldwatch Enstitüsü Başkanı Lester Brown, "Eğer günün birinde bir çevre azizi olacaksa, bu sıfatı alacak ilk kişi Hayrettin Karaca olacaktır" der.

Hanoover Üniversitesi'nden Ekoloji profesörü Franz H. Meyer Hayrettin Karaca'dan "Şimdiye kadar hiç böylesine kişisel çıkar gütmeden, kendini insanlığın yararına çalışmaya adamış birine rastlamadım." diye bahseder.

Avrupa Parlamentosu'nun çevreci üyelerinden olan Hollanda'lı Doeke Eisma, vakfın Türkiye'deki kırsal kalkınma projelerinden birkaçını gördükten sonra TEMA'ya üye olur. Hollanda gazetelerine gönderdiği bir yazısında şöyle der: "İnsanlar onunla tanışmak ve konuşmasını dinlemek için yollara dökülüyor. Çiftçilerin karşısındaki mütevazı tavrı, Gandi'nin haline benziyor. O da Gandi gibi hizmet ettiği dava uğruna kendi kişiliğini adeta silmiş."




Röportaj: Gökçe İmren Kamburoğlu

Harika bir yaşam ve başlıkları, konuyu okumak için başlığa göz atmak yeterli.
tebrik ederim sizi.kesinlikle harika yorumlanmış bir yaşam...
Bizim de keşkelerimiz yerine anlatacak konularımız olacakmı diye düşünüyorum...

türkiye için çok önemli çalışmalarrda bulunmuş birisi yaptıkları herşey için teşekkür ederiz...


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com