Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

Petrolde para savaşı

Kasım 2000'de petrol ihracatını dolar yerine avro ile yapma kararı alan Saddam rejimi, Mart 2003'teki Amerikan-İngiliz işgaliyle tarihe karıştı. Petrolünü dünyaya avro’yla satma kararı alan bir diğer bölge ülkesi İran'ın da hedef tahtasında olması akıllara şu soruyu getiriyor:

“ABD petrolün avro’yla satılmasını mı engellemek istiyor?”

Aslında her şey 6 Kasım 2000 tarihinde Ortadoğu'nun kadim başkenti Bağdat'tan gelen bir açıklamayla başladı. Saddam Hüseyin yönetimi aldığı bir kararla petrol ihracatını bundan böyle dolar yerine avro ile yapacağını tüm dünyaya ilan etti. Açıklamayı duyanlar bunu Saddam Hüseyin rejiminin son çılgınlığı olarak değerlendirse de gerçek bundan oldukça farklıydı. BP tarafından hazırlanan dünya enerji raporuna göre Irak 115 milyar varillik kanıtlanmış petrol rezerviyle dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip üçüncü ülkesi. Bağdat yönetiminin aldığı bu karar Petrol İhraç Eden Ülkeler Teşkilatı (OPEC) tarihinde bir ilk oldu. Avrupa'da büyük memnuniyetle karşılanan bu karar 1999 yılında piyasaya sürülen avro'nun dolar karşısında değer kazanmasını sağladı. ABD ve İngiltere, kimyasal ve biyolojik silahlara sahip olduğu iddiasıyla Mart 2003'te ülkeyi işgal edinceye kadar Irak petrolü uluslararası piyasalarda avro üzerinden işlem gördü. İki ülkenin işgal sonrası yaptıkları ilk işlerden birisi de petrol ihracatının bundan sonra tekrar dolarla yapılacağını açıklamak oldu. Böylece hikâyenin Irak sayfası kapanmış oldu.

Petrolünü AB para birimi ile satmak isteyen bir diğer önemli petrol üreticisi ülke de İran. Suudi Arabistan'dan sonra dünyanın en zengin petrol yataklarına sahip ülkesi olan İran'ın da 2003 yılından bu yana petrolü avro ile satmaya yönelik ciddi girişimleri oldu. Son üç yıldır petrol satışlarında doların yanı sıra avro'yu da geçerli para birimi olarak kabul eden İran'ın bu konudaki ısrarı sürüyor. Tahran yönetiminin bu konudaki son hamlesi Londra'daki Uluslararası Petrol Borsası (IPE) ve New York'taki NYTMEX benzeri, işlemlerin ancak avro ile yapılacağı bir vadeli işlemler piyasası açacağını açıklamak oldu. Borsanın ilk kez petrol ihraç eden bir ülkede kurulacak olması çalışmanın önemini artırıyor. Tahran yönetimi merkez bankasında bulunan döviz rezervlerinin tamamını geçen yıl dolardan avro'ya çevirme kararı almıştı.

Bir diğer önemli petrol üreticisi Venezüella'nın da aralık ayındaki seçimler sonrasında avro'ya geçeceğini açıklaması kafaların karışmasına neden oluyordu. Amerikan politikalarına muhalif bu ülkeler petrolü avro ile satarak nasıl bir mesaj vermek istiyordu?

Kritik soru: Doların yerini avro alırsa ne olur?

Uluslararası Para Fonu (IMF) verilerine göre dünya üzerindeki döviz rezervlerinin yüzde 66'sı ABD dolarından, yüzde 25'i avro'dan oluşuyor. Mali piyasaların 'toy çocuğu' avro çok değil, sadece 6 yıl önce yüzde 17,90 olan pazar payını kısa zamanda istikrarlı bir yükselişle yüzde 25'ler seviyesine çıkarmayı başardı. Bu hızlı yükselişte Başkan Bush yönetiminin uyguladığı 'doların değerini düşük tutma' politikası kadar, AB'nin başarılı ekonomi politikaları etkili oldu. Avro'nun dünya para birimi olabilmesi için artık aşması gereken tek engel kaldı: Petrol satışında da geçerli para birimi olabilmek.

Ülkelerin dış ticaretlerini finanse etmek ve kendilerini finansal spekülatörlerden korumak için sakladıkları 'uluslararası rezervlerin' büyük kısmı Amerikan d oları olarak tutuluyor. Merkez bankası kasalarında saklanan bu rezervlerde doların bu denli büyük paya sahip olmasının başlıca sebebi ise petrolün dolar üzerinden fiyatlandırılması.

Avrupa Araştırmaları Programı (SPIRE) Müdürü Dr. Bülent Gökay, "Irak Savaşı, ‘petro-dolar’ ve euronun meydan okuması" başlıklı makalesinde dolar hegemonyasının, Amerikan küresel üstünlüğünde en az askerî güç kadar kilit rol oynadığını vurguluyor: "Dünyadaki rezerv paraların neredeyse üçte ikisi dolardan oluşmaktadır, çünkü petrol ithalatçıları ödemelerini dolar cinsinden yapıyor ve petrol ihracatçıları da rezervlerini, kendilerine yapılan ödeme hangi parayla yapılmışsa, o para cinsinden saklıyor. Tüm küresel petrol ticareti, dolar üzerinden yapıldığı için bu durum şu anlama geliyor: Herkes dolar saklamak durumunda. Bu, Amerikan ekonomisine faizsiz borç sağlıyor, çünkü bu dolarlar yatırım yoluyla Amerika'ya sıfır riskle geri dönebiliyor. Amerikan dolarının hâlihazırdaki gücü, OPEC'in tüm OPEC petrol satışlarının dolar cinsinden yürütülme gereksinimiyle destekleniyor." " Gökay, bir paranın rezerv para olarak kabul görmesinin sağlayacağı avantajları da şöyle sıralıyor: "Bu durum uluslararası senyorajı, iç finansal kurumlara kârı, makroekonomik politikada dış engellerin hafiflemesini, parayı basan ülkenin uluslararası kuruluşlarda yüksek pay sahibi olmasını ve para hegemonyası sefasının daha geniş jeopolitik sonuçlarını da beraberinde getirir."

TÜSİAD Bankacılık Komisyonu üyesi Dr. Bülent Şenver, dünya üzerindeki önemli mal ve hizmet satışlarının güvenilir para ile yapıldığına, ABD dolarının da bu yüzden tercih edildiğine dikkat çekiyor. "Dünya petrol tüketiminin dolar yerine avro ile gerçekleştirilmesi halinde dolar güvenilir para olma vasfını önemli ölçüde yitirir. Diğer yandan petrol ihracatının avro ile yapılması bu paraya olan talebi arttırır ve değer kazandırır." diyen Şenver bir başka önemli hususa daha dikkat çekiyor: "Petrol satışından elde edilen gelirler yani 'petro-dolarlar' güvenli piyasalar olarak görülen ABD mali piyasalarında değerlendirilmektedir. Böylece ABD Hazinesi’nin bastığı dolarlar tekrar ülkeye dönmekte ve bu durum da ülkenin mali riskini, faiz oranlarını ve borsasını olumlu etkilemektedir."

POAŞ Yönetim Kurulu üyesi Dr. Ali İhsan Karacan da 70 dolara tırmanan petrol fiyatlarının ABD açısından daha çok petro-dolar anlamına geldiğine işaret ediyor. "Petrol fiyatlarındaki yükseliş ABD açısından hiçbir şey ifade etmemektedir; çünkü ihracatçıların kazandığı milyarlarca dolarlarlık fonlar yine kendisinde toplanmaktadır. Parayı basan ülke olması hasebiyle ABD bir anlamda petrole para vermemekte, petrol faturasını diğer ülkelere ödetmektedir. Dolayısıyla bu durumun değişmesi ABD'nin hem süper güç olma vasfını hem de mali istikrarını etkileyecektir."

Durum böyle olunca ABD'nin 'yumuşak karnı olan doları' korumak için savaş dâhil her türlü seçeneği göze alabileceğini söyleyen enerji uzmanı Necdet Pamir, İran'ın sadece bu yüzden bile hedef haline gelebileceğine işaret ediyor. "Sadece avro ile petrol ihracatı başlı başına bir savaş gerekçesi olabilir. Olası bir saldırıyla ABD hem petrol fiyatlarının daha çok artmasını hem de avro'nun bu yönde kullanılmasını engellemiş olacaktır."

Petroldeki yükseliş kime yarıyor?

Ham petrolün varil fiyatının son üç yılda 29 dolardan 70 dolara fırlaması akıllara yeniden 1970'lerde yaşanan iki büyük petrol şokunu (1973, 1979) getiriyor. ABD'nin günlük 4,1 milyon varil üretim kapasitesine sahip İran'la restleşmesi bile fiyatların yükselmesine neden olurken, olası bir saldırıda petrolün varil fiyatının 100 dolara tırmanmasından endişe ediliyor.

Petrol ihraç eden ülkeler ve çokuluslu petrol şirketlerinin cebini dolduran bu artışın süreceğini anlatan HSBC'nin İcra Kurulu Başkanı Stephen Gren, "Dünyada petrol fiyatları giderek yükseliyor. Özellikle Çin ve Hindistan'ın büyüyen petrol talepleri ile petrol arzında yaşanan sorunlar fiyatları artırıyor. Fiyatların ne kadar yükseleceğini bilemiyorum ama kısa sürede düşmeyeceğini söyleyebilirim." diyor. Green'in İstanbul Çırağan Sarayı'nda yaptığı bu açıklama aralarında Türkiye'nin de bulunduğu ithalatçılar için hiç de iç açıcı bir haber değil.

Petrol fiyatlarının Çin, Hindistan, Japonya ve AB ülkelerinin talepleri nedeniyle yükseldiğine ilişkin yaygın inanışa karşın İstanbul Üniversitesi (İÜ) öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Şamil Şen "Fiyatlardaki artışın arz ve talepten kaynaklanan bir sorun olmadığını kesinlikle söyleyebilirim." diyor ve ekliyor: "Günde 81 milyon varile ulaşan arz, talep konusundaki endişeleri ortadan kaldırıyor. Buna rağmen ‘petrol fiyatları neden artıyor?’ sorusuna verilecek en iyi cevap terörizm, politik istikrarsızlık ve çatışmalar olacaktır. Venezüella'da bitmeyen grevler ve Chavez'e karşı yürütülen operasyonlar, Rusya'daki Yukos olayı, Irak'ta nakil hatlarına düzenlenen saldırılar, Norveç'teki grevler, Nijerya'daki olaylar sürerken ABD'nin dünyanın en büyük petrol üreticilerinden biri olan İran'a yönelik operasyon ihtimali fiyatların yükselmesine neden oluyor." Enerji güvenliği konusundaki çalışmaları ile tanınan Şen'e göre petrol fiyatlarının neden yükseldiği kadar petro-doların nereye aktığının da sorgulanması gerekiyor.

Petrol fiyatlarındaki inanılmaz yükseliş büyük sanayileşmiş ülkeler (Almanya, Japonya, Fransa, İspanya, İtalya) kadar Türkiye gibi kalkınmakta olan ülkelerin de petrol için cebinden daha çok para çıkması anlamına geliyor. Dışişleri Bakanlığı "Uluslararası Ekonomik Sorunlar" dergisinde yayımlanan bir makalede bu durumun ithalatçı ülkeler açısından oluşturduğu problemler şöyle dile getiriliyor: "Yüksek petrol fiyatları doğrudan dünya girdi ve temel mal fiyatlarını, dolayısıyla maliyetleri artırmaktadır. Petrol fiyatlarının enflasyonu artıran etkisi özellikle yapısal sorunları bulunan ve bütçe açıklarının borçlanma ile kapatıldığı ekonomilerde daha fazla hissedilmektedir." Makalede dikkat çekilen bir diğer önemli husus da yüksek petrol fiyatlarının petrol ithal eden ülkelerden ihracatçı ülkelere doğru ciddi bir gelir transferine yol açması, bu durumun da ülkeler arasındaki gelir dengesini bozması oluyor.

Dünyanın önemli yatırım bankalarından Merrill Lynch'in Gelişmekte Olan Ülkeler Strateji ve Ekonomi bölümünün başkanı Mehmet Şimşek'in analizlerine göre petrol ihracatçısı 6 Körfez ülkesinde (Suudi Arabistan, Bahreyn, Umman, Katar, BAE) sadece 2005 yılında artan petrol fiyatlarıyla 180 milyar dolarlık bir fon ortaya çıktı. Bir diğer önemli ham petrol ihracatçısı Rusya'da biriken petro-dolar miktarı ise 85 milyar dolara ulaştı. Şimşek, "Petrol fiyatlarının bu yıl varil başına 60 dolar olacağını varsayarsak 2006 yılında Körfez ülkelerinde 200 milyar dolar, Rusya'da ise 100 milyar petro-dolar ortaya çıkacağını öngörüyoruz." diyor. Şimşek, Arap ülkeleri ve Rusya'da toplanan bu gelirlerin dünya ekonomisinde de ciddi değişimlere neden olduğuna dikkat çekiyor. "Bir kere petro-dolar olarak tanımlanan bu paralar bölge ülkelerinin borsa ve şirketlerinin aşırı değer kazanmasına neden oldu. Bu nakit fonlar kendi borsaları dışında yakın coğrafyadaki piyasaları da olumlu etkiledi. Bunun dışında büyük özelleştirmeler veya satın almalar yoluyla uluslararası piyasalarda dalgalanmalara sebep oldu. Yani petro-dolar her halükârda dünya ekonomisinde ciddi değişimlere sebep oldu."

Geçtiğimiz aylarda İstanbul'a gelen Dubai Bank İcra Kurulu Başkanı (CEO) Ziyad Makkawi ise bir grup gazeteciyle yaptığı söyleşide petrol fiyatlarındaki artışın Körfez Bölgesinde 2007 sonuna kadar 1,2 trilyon dolarlık bir fon ortaya çıkaracağını anlatıyordu. "Dünya piyasaları bu fiyatlara alıştı; dolayısıyla petrol ve emtia fiyatlarındaki artışın süreceğini düşünüyorum. Ancak varil fiyatının 100 dolara ulaşmasını ben bile istemem." derken gülümseyen Makkawi tüm dünya ülkelerinin petro-dolar olarak tanımlanan bu gelirden pay alabilmek için yarıştığına dikkat çekiyordu. Makkawi, petro-doların sanayi yatırımları, satınalma ve ortaklıklar dışında özellikle gayrimenkul alanına yoğunlaştığını bu durumun da dünya emlak fiyatlarının yükselmesine neden olduğunu anlatıyordu.

Rezerv para olma savaşı

Sanayi Devrimi'nden bu yana artan dünya ölçeğindeki ticaret ve bunun beraberinde getirdiği rekabet, ülkeleri hem yeni arayışlara hem de sıcak çatışmalara sürükledi. Bu dönemde ortaya çıkan iki unsur daha sonraki yıllarda yaşanacak tüm çatışmaların gündem maddesi oldu: Petrol ve rezerv para olma savaşı…

20. yüzyılın başında sadece gaz yağı ve aydınlatma faaliyetlerinde kullanılan petrol 1905 senesinde içten yanmalı motorların bulunmasıyla önemli bir enerji kaynağı olmaktan çıkarak, stratejik bir meta haline geldi. Ekonomik kalkınma için petrolün stratejik öneme sahip olduğunu fark eden sanayileşmiş ülkeler petrol sahalarının paylaşımı konusunda anlaşamayınca sonucu kılıçlar belirledi. I. Dünya Savaşı'nın perde arkasını oluşturan bu paylaşım savaşından ne gariptir ki yine petrol rezervi daha çok olan İngiltere, ABD, Fransa ve İtalya zaferle çıktı.

Savaş sonrasında Amerikalı ve İngiliz petrol şirketlerinin etkinliği arttı ve bu dev şirketler uluslararası petrol pazarında belirleyici konuma geldi. "Yedi kız kardeşler" olarak bilinen BP, Shell, Mobil, Chevron, Exxon, Gulf ve Texaco şirketleri hem üretim, hem dağıtım hem de satışı üstlendikleri için büyük kazançlar elde etti. Bu dönemde petrol fiyatlarını ve piyasalarını kontrol eden süper güç İngiltere olunca I. Dünya Savaşı sonunda sterlin de dünyanın en kıymetli parası haline geldi.

Savaşı kaybeden Almanlar ile egemenliğini genişletme peşindeki Japonlar artan enerji ihtiyaçlarını karşılamak istediklerinde ABD ve İngiltere'nin petrol üzerindeki tekeliyle karşılaştılar. Askerî ve stratejik rezervlerden yoksun bu iki ülke enerji ihtiyaçlarını karşılayabilmek için yeniden silaha sarıldı. İnsanlık tarihinin en kanlı savaşı olan II. Dünya Savaşı'ndan da tıpkı birincisi gibi en az zararla çıkan ABD, müttefiki ve de rakibi İngiltere'nin de nefessiz kalmasıyla dünyanın tartışmasız en büyük gücü haline geldi. Birleşik Devletler savaştan tek süper güç olarak, güçlü bir endüstriyel altyapı ve dünyanın en geniş altın rezervleriyle çıktı.

Savaşın sonunda ABD'nin öncülüğündeki 44 ülkenin katılımıyla düzenlenen Bretton Woods Konferansı yeni bir uluslararası para sisteminin kabul edilmesiyle sonuçlandı. Sistemin işlemesi için kurulan Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası'nı (WB) da kullanarak yeni bir sabit kur sistemi getiren ABD Hazine Bakanlığı altını dolara sabitleyerek doları altın kadar değerli hale getirdi. Tüm değerli madenler ve petrolün de satışı dolarla yapılmaya başlandı. Dolar uluslararası ticaretin tek geçerli akçesi oldu.

Merkez Bankası Piyasalar Genel Müdürlüğü uzmanlarından Bülent Yaman'ın hazırladığı "Uluslararası Rezervler" isimli çalışmada Amerikan dolarının rezerv para olmasında Bretton Woods sisteminin etkisi şu sözlerle anlatılıyor: "Amerikan dolarının dünya döviz rezervlerinin büyük kısmını oluşturmasının altında birçok neden yatmaktadır. Bunların arasında en önemli olanı Bretton Woods sisteminde anahtar para olarak kullanılmasıdır."

Dünya tarihinin en büyük takas operasyonu

Bretton Woods sonrası ABD ve bu ülkeyle eşgüdüm halinde hareket eden IMF ve Dünya Bankası kredi musluklarını sonuna kadar açtı. Fransa, Batı Almanya, Hollanda, İngiltere, Japonya gibi ülkelere akmaya başlayan ABD dolarlarına bu dönemde 'avro-dolar' adı verildi.

Savaştan kısa bir süre sonra Batı Avrupa ekonomileri ve Japonya'nın yakaladığı büyük kalkınma hızı ABD için tehlike çanlarının çalmasına neden oldu. 1970'de ABD'nin ilk kez dış ticaret açığı vermesi altın karşılığı dolar alan ülkelerde, "Acaba elimizdeki dolarların altın karşılığı var mı?" kuşkusunu doğurdu. ABD Başkanı Richard Nixon'ın 15 Ağustos 1971'de ABD dolarını devalüe ettiklerini açıklamasının ardından gelen Şubat 1973 devalüasyonu Bretton Woods sistemini yerle bir etti. Batı Avrupa para birimleri (frank ve mark) ile Japon Yeni'nin dolar karşısında değer kazanması petrolün para birimi tartışmalarını yeniden başlattı. Artık ipler Avrupalıların eline geçmiş gözüküyordu.

Ekim 1973'te başlayan "Yom Kippur Savaşı" tüm planları alt üst etti. Suudi Arabistan'ın başını çektiği, büyük çoğunluğu Arap ülkelerinden oluşan OPEC'in, İsrail'e destek verdikleri için Batılı ülkelere uyguladığı petrol ambargosu tüm dünyayı şoke etti. Ambargonun etkisiyle petrol fiyatları 2,5 dolardan 11,5 dolara fırlayınca Japonya başta olmak üzere tüm kalkınmakta olan ülkeler dizleri üzerine çöktü. 1948 yılında günde sadece 970 bin varil ham petrol tüketirken 1972 yılında talebi 14,4 milyon varile fırlayan Batı Avrupa ve 32 bin varilden 4,4 milyon varile yükselen Japonya ekonomisi durma noktasına geldi. Türkiye'nin de nasibini aldığı dünya ekonomilerinde deprem etkisi yaratan bu sürecin perde arkasını UPI haber ajansı editörü Martin Walker şöyle anlatıyor: "Ambargo kararı Başkan Richard Nixon'ın 15 Ağustos'ta doların altın standardıyla bağıntısını sona erdirme kararının doğrudan bir sonucudur. Doların değer kaybetmesiyle OPEC üreticilerinin gelirleri ciddi oranda düştü. Bu yüzden 22 Eylül'deki Beyrut toplantısında, OPEC, XXV:140 kararını kabul etti. Bu karara göre ‘üye ülkelerin 15 Ağustos itibariyle uluslararası alandaki parasal gelişmelerden dolayı varil başına elde ettiği reel gelirdeki düşüşün etkilerini en aza indirmek için ne gerekiyorsa yapılacaktı.’ Zamanın Suudi petrol bakanı Şeyh Zeki Yamanî'nin, son koz olan petrol ambargosu fikrini ileri sürdüğü tarih de aynı tarihtir."

Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Ekonomik İşler Dairesi eski Başkanı Mahir Kaynak'a göre avro-dolarların oluşturduğu baskıyı ilk etapta develüasyonla çözen Amerikalı karar vericiler son noktayı 'Petrol Bunalımı' ile koydu. "Arap-İsrail Savaşı sonrasında artan petrol fiyatları ABD'ye rakip olmaya çalışan ülkelerdeki girdi maliyetlerinin artmasını ve piyasadaki fazla doların petrol yoluyla tekrar ABD mali sistemine çekilmesini sağladı. Bana göre petrol bunalımı 20. yüzyılın en büyük ve en başarılı istihbarat operasyonudur." Deneyimli istihbaratçı Kaynak, Amerika'nın aynı dönemde petrol ihtiyacını rezervlerinden karşılayarak ödemeler dengesi sorununu aştığını ve doları yeniden en güçlü para haline getirdiğini hatırlatıyor.

Kaynak'ın da vurguladığı gibi petrol şoku, dalgalanmakta olan dolara yönelik dev bir talep yarattı. Almanya'dan Arjantin'e, Japonya'ya kadar petrol ithal eden tüm ülkeler, artan petrol ithalatı faturalarını ödeyebilmek için dolar üzerinden ihracat yapma yolları aramaya başladı. Artan fiyatlarla OPEC üyesi ülkeler, dolar akınına uğradı. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın "petro-dolarların geri dönüşümü" olarak nitelendirdiği bu süreçte OPEC bir anda, kullanamayacağı kadar çok doların içerisinde boğulmaya başladı. Amerikan ve İngiliz bankaları, OPEC dolarlarını aldı ve onları avro-dolar bono veya kredileri olarak, petrol ithalatı için ümitsizce borç dolar arayan üçüncü dünya ülkelerine borç olarak verdi.

MİT eski görevlisi Mahir Kaynak petro-dolarların ekonomi dışında siyasi anlamda da önemli önemli değişimlere neden olduğunu belirtiyor. Kaynak'ın açıklamalarına göre 1970'lerin sonunda 400 milyar dolara ulaşan Körfez kaynaklı petro-doların önemli bir bölümünü örtülü ve açık istihbarat faaliyetlerinin finansmanında kullanıldı. Kaynak, buna örnek olarak Afgan Mücahitlerinin silahlandırılması ile Irak'ın silahlandırılmasını gösteriyor. Sovyetler'in 1979 yılında Afganistan'ı işgaliyle başlayan direnişin parasının Suudi Arabistan, Libya, Kuveyt, BAE gibi ülkeler tarafından karşılandığını anlatan Kaynak, İran-Irak Savaşı sırasında da Irak'a yine aynı ülkeler tarafından 20 milyar dolarlık kaynak aktarıldığını hatırlatıyor: "Petrolden elde edilen gelirler üretici ülkeler tarafından rasgele değerlendirilemez. Bu büyük kazançların tekrar ABD mali piyasalarına dönmesi için iki yola başvurulur. Ya bölgesel çatışmalar çıkartılarak silah satılır ya da para gayrimenkul ve diğer yatırım araçlarıyla geri çekilir."

Avro-dolar savaşı nereye?

İran ve Venezüella'nın avro hamlelerinin son derece iyi düşünülmüş 'uyarılar' olduğunu kaydeden Mahir Kaynak analizlerini şöyle sürdürüyor: "Burada esas amaç ABD'nin kendileri üzerindeki baskısını hafifletmek ve AB açısından da düşük dolar kuru politikasına son verdirmektir. AB ekonomisi avro'ya geçiş sonrasında daralan ekonomisini rehabilite etmeye çalışırken bir de petrol fiyatlarının getirdiği maliyet artışlarıyla uğraşmak istemiyor. ABD ise 1970'lerde başarıyla sahnelediği bu oyunu oynamakta ısrarlı çünkü kaybedecek çok şeyi var…"

Dolar ile avro arasındaki savaşın petrol ayağında avantaj şimdilik ABD'de gözüküyor. ABD, ekonomisi sorunlar içinde olsa da sahip olduğu ezici askerî güçle sorunları ertelemeyi başarıyor. Avro'nun aşırı değerli olması hasebiyle rekabet avantajını kaybetmeye başlayan AB'nin henüz ortak para birimi konusunda tek bir politika ve güçlü bir ortak merkez bankasının olmaması bir diğer önemli soru işareti olarak görülüyor. ABD ve AB para birimleri arasındaki belirleyici rolü petrol ihraç eden iki kilit ülkenin belirlemesi kaderin ilginç oyunu olsa gerek.

Rusya ve Çin merkez bankalarının günün birinde bu rezervleri bozdurma olasılığı bile ABD ve de AB ekonomisi açısından büyük bir risk oluşturmaya devam ediyor. Enerji kaynakları bakımından son derece zengin Rusya'nın lideri Vlademir Putin'in Ekim 2003'te yaptığı bu konuşma ülkenin rolünü daha net ortaya koyuyor. "Ham petrol ihracatımızda fiyatlandırmayı avro cinsinden yapma olasılığımızı inkâr etmiyoruz. Böylesi Avrupalı ortaklarımız için daha ilgi çekici olacaktır."

Rusya’nın, İran’ın avro üzerinden petrol piyasası kırma girişimini desteklediğini söyleyen Uluslararası İlişkiler ve stratejik Araştırmalar Merkezi (TÜRKSAM) Başkanı Sinan Ogan bunun sebeplerini şöyle izah ediyor: “Rusya’nın da avro’ya geçme girişimleri var ancak bunu İran’dan farklı olarak kademeli şekilde ve ABD’nin tepkisini çekmeden yapmak istiyor. Eğer Rusya böyle bir yola başvurursa bunun piyasalardaki etkisi çok büyük olur; hele bir de Çin ve İran’la hareket ederse ABD'yi ciddi şoka sokabilirler. Yani Irak veya İran gibi lokal değil, küresel ölçekte bir sarsıntı yaratabilirler.”

Putin'in açık kapı bıraktığı bu konuda tarafların başka hangi hamleleri yapacağını ve daha nelerin yaşanacağını zaman gösterecek…

Aksiyon Dergisi


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com