Kariyer | Konular | Kitaplık | İletişim

Gökte Ay Var, Yeryüzünde Benlik

Dr.Mavi, M’ye “ayla hiç aran bozuldu mu, onunla hiç sürtüştün mü?” sorusunu yöneltirken amacı neydi?

Dr.Mavi, M’ nin kendine bir de aydan bakmasını istiyordu. Geçen sayıda yazdığım gibi insan bir nesneyi tanımak istiyorsa o nesneye başka başka yerlerden bakmalıdır. İnsan kendisini tanımak istiyorsa kendine başka başka yerlerden (açılardan) bakmalıdır. Bu şekilde insan kendisiyle ilgili taze, farklı, daha derin bilgiler elde edilebilir. Yaşam durağanlık tanımaz. Yaşam hareket ve devinim üzerine kuruludur. Devinimle nesneler bir halden başka hallere geçerek gelişirler, bulundukları halden daha mükemmel bir hale ulaşırlar. İnsanın kendisini tanıması da bir süreçtir ve bir devinime tâbidir.

M bu ihtiyaçla Dr. Mavi’ye başvurmuştur. İnsanların zihnine takılmasını, onlarla sayısız kurgular kurmasını, onların zihnini meşgûl etmesinin nedenini çözümlemek istemektedir. İstediği daha az sürtüşmesiz bir yaşamdır. M’nin Dr. Mavi’den istediği budur: Daha az sürtüşme. Ama bana sorarsanız M’nin gerçekte istediği kendini tanımaktır. İnsanlarla yaşadığı sürtüşme sorunu burada M’yi kendine götürecektir.



İnsanın kendini tanımasının yollarından biri de kendini nisbeten zıt özelliklere sahip bir varlıkla karşılaştırmasıdır. Dr. Mavinin burada yapmak istediği şey budur. M nin kendini ayla karşılaştırarak M’nin kendinde bulunan özelliklerini farkederek, insan ilişkilerindeki sorununun çıkış noktasını belirlemektir. Yoksa Dr. Mavi de M’nin arkadaşlarından bin kere duyduğu “kafana takma”, “zihninden at gitsin” “bunları düşünme” şeklindeki geyik önerileri yapabilirdi. M arkadaşlarının bu önerilerinden etkilenmemişti. Zihninden insanın bir düşünceyi, bir takıntıyı atması o kadar kolay bir iş değildi ki. Hatta dünyanın en zor işiydi.


M hayatında ayla hiç sürtüşmediğini belirtti Dr. Mavi’ye. Ay’la kavga etmemiş, ayla hiç küsüşmemiş, ona darılmamış, onunla bir alıp veremediği olmamıştı. Hayatında bir insanın zihnine takılması gibi ayın zihnine takıldığını, onun hakkında günlerce olumsuz düşüncelere kapıldığını zannetmiyordu. Ay’la yaşamında çok senli-benli bir ilişkisi de olmamıştı. Önce bu yüzden mi Ay’la hiç takışmadım acaba diye düşündü. Yaşamında senli benli olmadığı insanlara bile takıldığı oluyordu halbuki. Geçen gün yolda araba sürerken başka bir arabanın sürücüsüyle takışmamışmıydı. Bütün mesele sürücünün kuralları ihlal ederek önüne geçmeye çalışmak istemesiydi. O da inadına yol vermemişti. Sürücüyü işyerine gidene kadar zihninden atamamıştı.


M’nin cevabı hayırdı. Ayla yaşamında bir sürtüşme yaşamamıştı. Dr. Mavi bunun üzerinde durmak gerektiğini söyledi. Burada önemli bir şeyi keşfedebiliriz kendimizle ilgili diye ekledi.


M, ayla kendisinin bir sürtüşme yaşamadığı gibi ayın da kendisiyle bir sürtüşmesi olmadığından bahsetti. Şu güne kadar kimse aydan bir zarar görmemişti. Bu hepimiz için ilginç bir konudur.


M bu yalnızca ayla sınırlı değil dedi. Dr. Mavi bunda hemfikir oldu. İnsanlarla ne ağaçlar, ne dağlar, ne deniz uğraşır. Ancak bu gibi nesneler yeryüzünde olduğu için, insan onların sınırlarını ihlal eder ve onların dünyalarına kendi bencil arzularını bulaştırır. Ağaçları keser, ormanları yok eder, havayı kirletir. İnsan ağaçları katletmese bir ormanın içinde yaşayanlar bir ağacı yok etmezler. Ormandaki varlıklar Yaratıcılarının koydukları düzene boyun eğerler, kendi sınırlarını bilirler, kendi gerçekliklerinin dışına çıkmadan yaşarlar. Yaratıcılarının kendilerini yaratma gerekçeleri olan Yaratıcılarını anma ve övme görevini yüzlerine takılı bir tebessümle (ağaçlara bakın!) yerine getirirler. Bunu sanki büyük bir coşku içindeymiş gibi yaparlar.


Ay insanla hiç sürtüşmüyordu ama neden, neden? Dr. Mavi, daha derine ulaşmasını istiyordu.


İnsanla Ay arasında ne gibi farklar var diye sordu bu kez Dr. Mavi.


M, ayın aklı yok, insanın var dedi.


Dr. Mavi: Başka?


M: ayın duyguları da yok. O bir şey hissedemez. Ama insanın içine girip çıktığı bir sürü duygusu var.


Dr. Mavi: Başka?


M: Başka? Ay’ın bilinci yok. Ama insanın bilinci var. Örneğin Ay ben varım diyemez. Ama insan ben varım diyebilir.


Dr. Mavi: başka? İnsanda ben varım dedirten bilincin yanında nedir? İnsana ben dedirten.


M: Valla konunun uzmanı sizsiniz. Ama insana ben dedirten herhalde onun benliği olmasıdır.


Dr. Mavi rahatladı. Konunun özüne ulaşmaktan memnundu. Her zaman hisssettiği bir duygu tekrar ruhunu kapladı. Bir konunun özüne ulaşınca müthiş bir haz duyardı. Şimdi M’nin sorunlarının tam özündeydiler.


İnsanlar arası ilişkilerde sorunları oluşturan temel noktanın benliğimiz olduğunu vurguladı Dr. Mavi.


İnsanlar arası ilişkilerde gerilim oluşturan insanın benliğidir. Ay’a bir görev vermiştir Yaratıcısı. Ama aya bir benlik vermemiştir. Ay’ın kendi benliğini Yaratıcısına teslim etme gibi bir sorunu yoktur bu yüzden. Ay hiç saptırmadan, dosdoğru yaratıldığından beri kendine biçilen yolunda ilerler. Şevkle yapar bunu. Kendine özgü bir lezzet alarak yapar. Lezzet aldığını da yüzündeki tebessümden anlarız. Ay kendini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokmaz. Onun kimseyle—güneşle, yıldızlarla bir alıp veremediği yoktur. Ay varlığını tümden Yaratıcısından alır. O’ na mutlak boyun eğer. Kendi adına yapabildiği bir şey yoktur ayın. Çünkü ay için ay diye bir varlık yoktur. Ya da Ay için “ben” diye bir varlık yoktur. Ve bir iradesi de yoktur. Ay’ın vermesi gereken bir sınavı da yoktur. Kendine bir benlik verilmeyen ay kendi sınırlarını bilerek, kendine tanınan varoluş imkânı yolunda ilerler. Her varoluş bir imkândır. Varoluşuna razıdır, varoluşu için biçilen biçim ve yola da razıdır Ay. Bu yüzden de ne güneşin önüne geçer, ne arkasında kalır. Ne güneşe sataşır, ne yıldızlara. Ne de insanlara.


Yaratıcı her insana bir benlik vermiştir. İnsan için tüm iyiler ve tüm kötüler buradan doğar. İnsanın yaşamda ilk tercih etmesi gereken benliğini kimin adına kullanacağıdır. İnsan bu benliğini kendi için, kendi adına kullanmaya karar verdi mi, artık tüm olaylar kendi etrafında dönsün ister. Bu şekildeki bir benlik kendi yaratılmışlık gerçekliğine karşı çıkmakta ve kendine aykırı davranarak kendini unutmaktadır. Yaratıcıdan bağımsız olmaya karar vermiş bir insan tüm sınırlarını zorlamaya başlar. Olaylara, durumlara hâkim olmak ister. Olayların, durumların, nesnelerin biçimini, anlamını, gidişini kendi belirlemek ister.


Benliğin bu “ben bilirim” tavrı insan ilişkilerindeki sorunların en özdeki nedenini teşkil eder. Böyle bir benlik insanların yaşamına izin verilmese bile fütursuzca girmeye sevkeder kişiyi. Yine fütursuzca insan davranışlarını yorumlamak ister. Kendince, kendi istediği biçimde, kendi açısından en uygun ne ise o biçimde insan davranışlarını yorumlamak ister. Burada benliğin bir iddiası söz konusudur: “Ben neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bilirim. Ben nasıl yorumluyorsam öyledir.” Kendi varoluşunu unutan benlik, kendi varoluşunu ilgilendirmeyen konulara saparak kendini beslemeye çalışır. Amaç egoyu daha da şişirmektir.


Benlik bir an için kibirli ve mağrur bir hale gelince ona bir şey beğendirmek de imkansız hale gelir. Onun busu vardır. Ötekinin şusu. Başka birinin de başka bir kusuru. Bu şekilde kendini konuşlandıran bir benlik tam bir dikkat kesilir. İnsanların davranışlarını büyük bir dikkatle gözlemlemeye başlar. İnsanların davranışlarında tenkit edilecek bir açık, kusur, eksiklik, yanlışlık aramaya başlar. Hatta kendisinin haklı çıkması için daha şer bir isteğin içine düşer: İnsanların yanlış davranışlar yapmasını istemek. Bu şekildeki insanlar negatif bir enerji yayarlar çevrelerine. Onların yanında olduğunuzda gözlendiğinizi, hareketlerinizin izlendiğini ve bir mercek altına yatırıldığını sezersiniz. Ve ne zaman bir yanlışım bulunacak diye tedirginlik duyarsınız. Hatta bu izlenme endişesi sizde daha dikkatli olmaya sevk eder, bu da daha çok yanlış yaptırır.


Dr. Mavi yaklaşık üç yıl önce kendi ay terapisinde şunu yaşamıştı: Bir gece gökte ay vardı. Dr. Mavi bir süre Ay’ı seyretmeye daldı. Sonra kendini birden bir arkadaşının hareketlerini düşünürken buldu. Aslında daha vahim bir durum vardı ortada. Arkadaşının davranışlarını düşünmüyordu, davranışlarını yorumluyordu. O davranışı neden ve niçin yaptığının arka planında olan psikolojik gerekçelerin neler olduğuna kafa yoruyordu. Bunu yaparken de son derece kesin yargılamalarda bulunduğunu farketmişti. Bu yorumlamalar bir süre sonra ise tenkit etmeye dönüşüyordu.


İşin trajik yanı şuydu: Tam o sırada gökte ay vardı ve ay kendi görevinin peşindeydi. Onun benliği ise o an kendini unutmuş, kendi dışına taşarak bir insanı zihninde öğütmeye başlamıştı.


Ayı tefekkür etmeye varoluşsal bir nedenden dolayı, Rabbini anmak için başlamışken, bir süre sonra kendini ilgilendirmeyen, o anki varoluşunu ilgilendirmeyen, varoluşunun anlam ve öneminin dışında bir konuya takılmıştı zihni. Gerçekte zamanı ayda tecelli eden Rabbinin sonsuz isimlerini anlama için kullanması gerekirdi. Ayda tecelli eden Rabbinin isimlerini tefekkür ederek Rabbi ile ontolojik (varoluşsal) bir bağ kurmak yerine boş ve anlamsız bir meşguliyetin içine girmişti.


Kur’an bizi tam da böyle durumlar için uyarır:


“Sabah akşam Rabbinin ismini an ve herşeyden kendini çekerek yalnızca O’na yönel.” (Mü zemmil: 8)


Bu durumda herhangi bir anda insan iki tercihle karşı karşıyadır. Ya Rabbi ile ilgili olarak, Rabbini daha iyi tanımak, sevmek, bağ kurmak için nesnelerle, olaylarla, davranışlarla zihni meşgul olacak ya da nesnelerle, olaylarla, davranışlarla Rabbi ile bir bağlantı kurmadan meşgûl olacaktır. Birincisi insanı Rabbini anmaya, Rabbi ile bir bağlantı halinde yaşamaya götürür. İkinci biçim ise insanın boş ve anlamsız olaylar yığını ile zihnini meşgûl ederek onu ruhsal bir karmaşaya götürür.


“Siz ey iman edenler! [Birbiriniz hakkında..] yersiz zanda bulunmaktan kaçının... Birbirinizin gizli yönlerini araştırmayın...” (Hucurat: 12.


Kendi yaşamlarımıza bir göz gezdirirsek, Rabbi anma seçeneğinin işlemediği durumlarda en çok insanları andığımızı, zihnimizin en çok insanların davranışları ile meşgûl olduğunu farkedebiliriz. Bu anmada içimizden insanları tenkit eder, açıklarını, zaaflarını içimizde konu eder, davranışlarının kökenine inmeye çalışır, onları değiştirmeye kalkar, hangi davranışlarının değişmesi gerektiğini belirlemeye çalışırız!! Bunu yaparken de karşımızdaki kişinin bundan haberi dahi yoktur. Kimi zaman da ilk fırsatta bunları söze dökeriz.


Böyle hallerin ortak özelliği benliğin sınırlarını aşıp öteki insana nüfuz etme çabası içine girmesidir. Kendi varoluş amacı olan Rabbini anma görevinden sıyrılan benlik kendine bir görev edinmiştir: İnsanların nasıl olması gerektiğini belirleme. Benliğin böyle bir görevi varmış gibi. Bu kendi kendimize edindiğimiz, bizi var haline getiren Rabbin istemediği, yüklemediği bir görevdir. Hatta yasakladığı bir eylemdir. Çoğu zaman başkalarının haberi bile yokken kendi içimizde bir insanı tenkit etme, davranışlarını eleştirme, nasıl olmaları gerektiğini belirleme yaşamın gülünecek-ağlanacak hallerinden biridir.


Tam burada zihnime Dr. Mavinin çok aşina olduğu çok sayıda sahne üşüşüyor. İçlerinden birini seçmekte zorlanıyorum. Size en çok etkilendiğim bir sahneyi anlatayım en iyisi.


Dr. Mavi aile terapisi uygularken, eşler arasında geçen tartışmaları, durumları hem erkek hem hanımlardan ayrı ayrı dinlerdi. Şu yazacağım sahnelere benzer bir çok sahneyi dinlemişti hastalarından:


Karıkoca oturmuşlar. İkisi de suskunlar. Kendi işlerini yapıyor görünüyorlar. Ama ikisi de birbiriyle meşgûl. İkisi de diğerinin davranışlarına takılmış, zihni onunla meşgûl. İçlerinden birbirlerini tenkit ediyorlar, öyle yapmaması gerekir, böyle olması gerekir diye yorumlamalar içindeler. Tam o an gökte ay var. Gökte ay kendi görevini yapıyor. Bir başka yıldızın, gezegenin görevine karışmıyor. Rabbinin emrini yerine getiriyor. Semada yol alıyor ve her an Rabbini anıyor.


Böylesi bir karıkoca sahnesi genelde kavga ile neticelenir. Çünkü bu şekildeki zihinsel meşguliyet kişinin ruhunu gerginleştirir, ruhun gerginleşmesi davranışlara yansır, davranışlar da gerginleşir. İlk önce birisi konuşmaya başlar. Zihninde tasarladıklarından etkilenir, suçlayıcı bir cümle söyler. Sonra diğeri altta kalmak istemez. O da zihnindeki hazır malzemelerden (saatlerce buna hazırlıklı çünkü) suçlayıcı, can alıcı, yaralayıcı, kırıcı, üste çıkıcı bir cümle okunu saplar eşinin yüreğine.


Bu sahnede neler olup bitmektedir? Kendi yaratılmış gerçekliğini unuttuğu andaki bir benlik veya bu gerçeklikten bir süre uzaklaşan bir benlik o zaman dilimi içinde kendini yoklaştırır, anlamını hiçleştirir. Çünkü insanın varlık kazanması benliğini Rabbine teslim etmesi ile mümkündür. Kendisini, Rabbinden bağımsız kılma iddiası ile yoklaştıran bir benlik, hayır, güzel, iyi, sanat, düzeni yok etmek ister. İnsan için varolma biçimlerinden bir tanesi de ilişkidir. Kendi adına varlık kazanma iddiasıyla aslında kendini yok eden benlik, ilişkileri de yok eder. Bir insanın zihnini başka bir insan ile meşgûl ederek onu tenkit etmesi, açıklarını yakalamaya çalışması o insanı bir yok etme biçimidir. Bir insanın olumsuz yanlarıyla meşgûliyet, olumsuz yönlerini açığa çıkarmaya çalışması o insandaki iyi tarafları örterek yok eder. Bu yok ediciliği pekiştirmek için böylesi bir benlik bolca varoluş görevine zıt olarak başkalarının mahrem ve özel yaşamlarını merak eder, başkalarının yaşamının gizli yönlerinin peşine düşer. Sonra da kişi o insanın davranışlarını arzularına göre yorumlayarak onu içinde yok eder.


Bu sahne şöyle de olabilirdi: Karıkoca oturmuşlar. İkisi de sessiz. Burada her ikisini de özellikle sessizce oturuyorlar olarak tanımlamak istiyorum. Çünkü bir çok eş arasında yanlış bir kanı olarak aralarında devamlı bir konuşma olması gerektiği şeklinde yanlış bir kanı vardır. Neyse. Sahneye devam edelim. Her ikisinin zihni de Rabbi ile meşgûl. Birisi örneğin bir ayetin anlamına dalıyor. Örneğin 29:61. Andolsun ki onlara: “Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan kimdir?” diye sorsan, mutlaka, “Allah” derler. O halde nasıl (haktan) çevrilip döndürülüyorlar? Ayetinin mealini düşünüyor. Sonra gökyüzüne bakıyor. Gökleri ve yeri yaratan, güneşi ve ayı buyruğu altında tutan ancak Sen olabilirsin Rabbim diyor.


Zamanını böyle geçiren, zihnini Rabbiyle meşgul eden bir insanın ruhu gerginlik hissetmez. Ruhu gerginlik duymayan insanın davranışları, ilişkileri de gerginlikten kurtulur. Sonra eşine seslenir. Pencereyi açarlar. Birlikte ayı seyrederler. Bu sahne Rabbin hoşnut kalacağı bir sahnedir. Rabbin meleklerinin de hoşnut kalacağı bir sahnedir. Düşünsenize: Evde karı-koca bu sahneyi yaşarken onları melekler seyrediyor. Bu sahne meleklerin çok hoşuna gidiyor. Çünkü Yaratıcı adına yaşanan bir sahne. Melekler bu sahneyi alıp ebediyete götürüyorlar Rablerinin izniyle. Ve ebedileşen bu sahne bir daha hiç yok olmuyor. Sonsuza dek sonsuz kere seyredilebiliyor.


Dr. Mavi’nin M’den farketmesini istediği bir benliğe sahip olduğu ve bu benliğin başka benliklerle bir sürtüşme noktası oluşturduğudur. Sürtüşme kelimesi burada karşımıza ilginç bir kavram olarak çıkar. Kainatta varolan nesneler daim bir şekilde birbirlerinin içinden geçer ve sürtüşürler. Hava her daim bedenimizle bir dokunma, sürtüşme içindedir. Yolda giden her arabanın lastikleri yol ile belli bir sürtüşme halinde akıp gider. Araba motorunun kimi parçaları da birbiriyle sürtüşme içindedir. Kibrit çöpü kibrit kutusunun üzerindeki özel yapılmış yere sürtülerek ateş yaratılır. Kainatın Rabbi nesneleri birbiriyle ilişki halinde-sürtüşme halinde tutarak bir düzen kurmuştur kainatta. Ancak sürtüşme miktarı incelikli bir ayarı gerektirir. Savaşlar da sürtüşmeden doğmuştur, mükemmele giden yol da.


İki nesne birbirine dokunduğunda birbirlerinin hareketlerini engelleyen yüzeyleriyle birbirlerini durdururlar. Yüzeyin özelliğine göre ortaya bir “sürtünme katsayısı” çıkar. Örneğin bilardo masasında hareket eden bir bilardo topu ile asfalt yolda yuvarlanan bir bilardo topunun hareketleri masa ile yolun yüzeylerinin ve sürtünme katsayılarının farklı olmasından dolayı olacaktır. Bu örneği insan ilişkilerine uygularsak: İki insan birlikte bir ilişkiye girmesiyle, her ikisinin benliği de birbirine dokunmaya başlar. İlişkinin biçim ve kalitesini işte bu benlik “yüzeyi” (benliğin kendini Rabbi ile mi tanımladığı yoksa, kendi başına bir varlık olarak mı kabul ettiği) belirler. Benliğin kendini tanımlama biçimi ilişki içindeki diğer insanı (ötekini) da tanımlamasını etkiler .


Kendi yaratılmış gerçekliğinden uzaklaştığında, benlik sınırlarını genişletmek ister. Bu bir nevi sürtüşme yüzeyinin ve sürtüşme katsayısının artması halidir. Düzgün bir yüzey olmak yerine, bir zımparanın yüzeyi gibi pürtüklü bir yüzey haline gelmektir. Bu benlik öteki ile kurduğu ilişkiyi kendi kontrolü altında tutmak ister. İlişkinin biçimini, rengini, içeriğini kendi isteklerine, arzularına göre belirlemek ister. Böylesi benlik karşıdaki kişininin (ötekinin) varlığına tahammül edemez, onu yok etmek ister (zımparanın sürtünme ile diğer nesneleri öğütmesi gibi). Her ilişki, Yaratıcıdan bağını koparmış benlik tarafından önce zihinde yok edilir.


Rabbi ile bağıntılı varlık nedeni dışına çıkıp insanların gizli yönlerine merak salan benlik onların özgül, özel, biricik, mahrem taraflarını ele geçirmek ister; böylelikle onlara özgü bir şey bırakmak istemez. Bir kimseye ait mahrem, özel, özgü olan şey o kimseye aittir çünkü. Bundan sonraki aşamada zihnindeki kurgu ve senaryolarla kendi içinde bir kimseyi yok eden bir benlik burada kalmak istemez. Yıkıcılığını, o kimseyi yok ediciliğini genişletmek istemesidir.


“...arkanızdan birbirinizi çekiştirmeye kalkışmayın. Aranızdan, hiç ölmüş kardeşinin etini yemek isteyen kimse çıkar mı? Hayır, siz ondan iğrenirsiniz..” (Hucurat: 12)


Gökte Ay varken ve Ay her daim Rabbini anarken bu gezegenin en ilginç olaylarından biri, insanların insanların ardından onun hoşlanmayacağı şekilde konuşmasıdır. Bir insan başka bir insanı çekiştirirken gökte Ay vardır. Tam o anda kainatın bir köşesinde bir yıldız yaratılıyordur. Kara deliklerde başka bir yıldız ise ölüme sevk edilmektedir. Yaratıcının sonsuz isimleri kainatın her köşesinde tecelli ederken; tecelli eden isimleri bilinçli olarak gözlemleme, tefekkür etme, anlama görevini bırakabiliyor insan. Bu kadar anlamlı bir görev bir insanın etini yemeye benzer bir eyleme tercih edilebilir.


Kendi içinde bir insanı yok eden bir benlik, o insanın başka insanların dünyasında da iyi bir insan olarak varolmalarını istemez. Kişi için önemsiz hale getirilmiş, yok edilmiş bir insanın başkalarınca da önemsiz hale getirilmesi istenir.


İşte gıybet, arkadan çekiştirme buradan doğar. Gıybet mektubatta şöyle tanımlanıyor: “Gıybet odur ki; gıybet edilen adam hazır olsa idi ve işitse idi, kerahet edip darılacaktı. Eğer doğru dese, zaten gıybettir. Eğer yalan dese; hem gıybet, hem iftiradır. İki katlı çirkin bir günahtır” Burada anahtar nokta bir insanın kendi ile ilgili duyunca darılacağı, hoşlanmayacağı bir şeyi arkasından konuşmaktır. Kişinin ardından söylenen şey, söylenen doğru bile olsa gıybet hükmü ortadan kalkmaz. Eğer ilaveten yalan şeyler söyleniyorsa o zaman aynı zamanda iftira edilmiş olur.


Gıybet etmekle, arkadan çekiştirmekle o insanın olumsuz yönlerini açığa çıkararak bir çeşit o topluluktaki insanlar nezdinde o insan yok edilmek istenir. O insanın sevilmesi, önemsenmesi, değerli olması bu şekilde önlenmeye çalışılır. Bir yandan da benlik arkadan çekiştirme ile o insanı olumsuz göstererek kendini öne alma, temize çıkarma gayretine gider. “O kimse şöyle şöyle kötüdür” demekle “ben iyiyim” şeklinde alt bir mesaj geçilir.


Gıybet yani arkadan çekiştirme ile ilgili bu ayet beni her zaman tedirgin etmiştir. Ölmüş bir kardeşin etini yemek eylemine bulaşmayanımız yoktur. Toplumsal bir salgın halindeki bu arkadan çekiştirme eyleminin ölmüş insanın eti yenmekle bir tutulması oldukça karamsar bir tablo çizmektedir.


Bu ayetin son kısmı ise bu karamsarlığı ortadan kaldırır ve içimize bir ümid salar:


“Ve Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincinde olun. Şüphesiz Allah, tevbeleri kabul edendir, rahmet kaynağıdır.” (Hucurat; 12)


M’nin terapisine ne oldu? Bunun çok önemli olmadığını düşünüyorum. M’nin terapisini bir çok şekilde sonlandırabilirdim. Sonra Dr. Mavi’nin ona göstermeye çalıştığı şeylere tepkilerini de çok farklı biçimlerde anlatabilirdim. Ama bunu yapmak istemiyorum. Çünkü hepimizde M’nin psikolojik hastalığından az veya çok belli bir miktarda var.. Önemli olan da bu. M aslında her yerde görebileceğimiz biri. O hepimize en yakın bir yerde duruyor.


Kategoriler

- Başarı - Eğitim - Kişisel Gelişim - Hedef - Ticaret - Muhammed Bozdağ - İletişim - Nasihatler - Kariyer - Dua - Para - istemek - çalışmak - İslam - Abdülhamid Han - iş hayatı - Haber - Ekonomi - Osmanlı Sultanları - Rizik - Karar - Meslek - Osmanlı - Zaman Yönetimi - şükür - Motivasyon - Liderlik - Hedef Belirlemek - II. Abdülhamid Han - alışveriş - Para Kazanmak - istek - Arastirma - Osmanlı Devleti - yaşam - çalışmanın hedefi - Kriz - Hikayeler - Sorumluluk - İşsizlik - özgüven - Dünya Hayatı - Zaman - Nimete şükretmek - İslami ölçüler - içtenlik - duanın kabulü - İmaj - Modelleme - Helal Kazanç

MollaCami.Com